Zir Vadisi diye başlasak yazımıza, belki “Zir de neresi?” diyecek; “Yenikent” desek, “Adını duyduk ama acaba ne tarafta?” diye düşüneceksiniz.
Peki ya, “İstanoz” desek?
Bu üç yer de aynı aslında. Mürted Ovası’ndan Sincan’a ulaştınız mı Yenikent’e gelmiş sayılırsınız. Ergenekon soruşturması kapsamında ‘firar eden’ ancak sonra teslim olan Yarbay Mustafa Dönmez, farkında olmadan Ankara’nın “bilinen ama pek çoğumuzun bilmediği” tarihine de ışık tuttu. Yarbay Dönmez’in evindeki bilgisayarda ele geçirilen krokiden yola çıkan İstanbul Savcılığı, talimatla burada kazı yapılmasını istedi ve bir akşamüzeri kazı çalışmaları Ankara’nın gündemine bomba gibi düştü.
İlk gelen haberler, kazının, tarihi niteliği olan bir evin yanında, Ermeni mezarlığının yakınında olduğu idi. İyi de Zir Vadisi’nde Ermeni mezarlığı ne arıyordu?
Aslında kazının yapıldığı yer, tarihi niteliği olan bir evin yanında yapılıyordu; bu doğruydu. Ancak Ermeni mezarlığına uzaktı. Evin yanında bulunan mezarlık, Yenikent Belediyesi’ne ait Müslümanlara ait Cimşit Mezarlığı idi.
Ankara’nın dibinde
Eski adı Büyük İstanoz olan Yenikent, Ankara’ya 30 kilometre uzaklıkta bulunuyor ve Ankaralı piknik severlerin iyi bildiği bir yer. Ayaş-Beypazarı yolu üzerindeki Yenikent’e geldiğinizde Gökler Köyü istikametinde içeri doğru girerseniz, birkaç kilometre sonra karşınıza tarihi Zağar Köprüsü çıkar. İşte burası ip cambazlarının toplandığı eski Zir Köyü’nün girişidir, köprüden sonra Zir Deresi boyunca devam ederseniz, o dönemde ip bağlanarak gösteri yapılan ve Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde anlatılan yalçın kayalara ulaşırsınız.
Evliya Çelebi ve Ainswort…
Yöreye ilkin en eski bilgileri, Evliya Çelebi ve İngiliz gezgin Ainswort aktarıyor. İki gezgin de, Ankara’ya hayvanla 6 saat uzaklıkta, Çubuk Çayı’nın sol yanındaki bir dağın eteklerinde kurulmuş İstanoz Kasabası’ndan övgüyle söz ediyor. 1643 yılında yöreyi gezen Evliya Çelebi, Büyük İstanoz’un bin haneli, çarşılı, camili, hamamlı hatta çamaşırhaneli mamur bir kasaba olduğunu, kasabada bin adet sof işleyen tezgah bulunduğunu söylüyor. Yöreyi, 1830-40 yılları arasında ziyaret eden Ainswort ise, kayalıklarla çay arasında 50’si Müslümen 400 haneli bir yerleşimden söz ediyor.
Ainswort, yörede insan yapımı inler ve peri bacalarının ulunduğu sivri kayalıklar olduğunu bildiriyor. Ainswort, yeni kilise ve kasabanın derli toplu durumuna bakarak, Ermenilerin yaşadığı, çoğunluğu tiftikçilikle geçinen ahalinin, halinin vaktinin yerinde olduğuna karar veriyor.
Evliya Çelebi’nin anlattıklarına göre de, yörede 40 yılda bir ülkedeki tüm ip cambazları toplanıp, yarışırlarmış. Vadinin iki yakasında bulunan kayalıklarda bulunan mağaralar, dışarıdan bakıldığında birbirlerine geçmiş zincirlere benzediğinden, buraya “Zincirlikaya” denmiş.
Yine Evliye Çelebi’nin Seyahatname’nden öğrendiğimiz hoş bir öyküye göre, 1600 yıllarında ağaçlarla kaplı vadiye avlanmaya gelen avcılar, yanlarında getirdikleri av köpeklerini kaybederler. Karşı taraftan “zağar” adını verdikleri av köpeklerinin sesini duyarlar. Az sonra yanlarına gelen köpeklerin, vadi tabanındaki Zir Çayı’nı geçmelerine rağmen kuru olduğnu görüp şaşırırlar. Etrafı biraz araştırdıktan sonra taştan bir köprü bulurlar ve köprünün adını “Zağar” koyarlar.
İlçe merkezi iken…
Kalıntılar da Evliya Çelebi’nin anlattıklarına tanıklık ediyor. İstanoz’a beş dakika uzaklıkta bulunan ve yaklaşık 2 bin 500 nüfusu barındırabilecek büyüklükte, eski zamanlardan kalma mağara ile kasabanın batısındaki “Kesiktaş” denilen yerde bulunan başka bir eski eser kalıntısı, buranın çok eski uygarlıklar tarafından yerleşime açıldığını gösteriyor. Buradaki yerleşim yerinin 1926 yılına kadar 169 köyün bağlı bulunduğu, oldukça büyük ilçe merkeziyken, Polatlı’nın gelişimi ile eski merkezi bölge olma özelliğini kaybettiğini gösteriyor. Kayıtlara göre, 1926 yılında ilçe teşkilatı Polatlı’ya taşınmış ve burası bucağa dönüşüyor.
Taşındı
1957 yılında yaşananlar ise bölgenin kaderini tamamen değiştiriyor. Büyük sel felaketi ve bunun sonucunda meydana gelen toprak kayması sonucu bu zengin yerleşim yerinin, Zir Çayı kenarından kaldırılıp, başka bir bölgeye nakledilmesi gerekiyor. Bunun sonucunda adı değişiyor ve “Zir”, “Uluköy” oluyor. Uluköy, 1965 yılında bugunkü adını alıp, “Yeniket” oluyor. Bundan 10 yıl sonra da adına uygun olarak belediye yapılıyor.
Yenikentliler, bu değişimi şöyle anlatıyorlar:
“(Adnan) Menderes döneminde köyün muhtarı dilekçe üzerine dilekçe yazarak, buranın sel ve heyelan bölgesi olduğunu yazdı. Menderes, köyün Yenikent’in inşa edilmesini ve Zir Köylülerinin buraya taşınmasını emretti. Yenikent yapıldı ama köylüler taşınmak istemediler; büyük bir kısmı Zir’de oturmaya devam etti. Taa ki, 1966’da meydana gelen Varto depreminin ardından depremzedelerin Yenikent’e yerleşmeye başlayıncaya kadar. Depremzedelerin yeni evlere yerleşmeye başladığını gören Zirliler, zaten zor durumda olan yaşamlarını, evlerini bırakıp gelip Yenikent’e yerleştiler.”
Haritada bulamazsınız
Zir Deresi’ni haritalarda ararsanız bulamazsınız çünkü adı artık Ova Çayı’dır ama halk arasında hala Zir olarak anılıyor. Büyük İstanoz döneminde kasabanın giriş ve çıkışında yer aldığı yazılan iki kapı bugün yoktur. Zir döneminden ise girişteki köprüden başka bir de cami kalıntısı bulunuyor.
Ermeni yerleşim bölgesi
1915 Ermeni tehcirine değin burada bulunan bin hanede Ermenilerin yaşadığının söylüyor kaynakçalar. O dönemki adının İstanoz olduğunu belirtmiştik. Yine kaynakçaların belirttiğine göre, İstanoz’un girişi ve çıkışında iki büyük kapı bulunuyordu. Dördüncü Mehmet zamanında Celali Karayazıcı adındaki asi kapıları kırarak şehri yağma ettiğini, yakıp yıktığını söyleyen kaynakçalara göre, İstanoz’da İslam Mahallesi, Protestan Mahallesi, Harun Mahallesi, Musa Mahallesi adında dört de mahallenin bulunduğunu ifade ediyorlar.
Defineciler delik deşik etti
Eski bir yerleşim yeri olur da, hiç define aranmaz mı? Kendi deyimleri ile “gömü” meraklıları, kulaktan kulağa yayılan Ermeni mezarlığında altın gömülü olduğuna inarak, Zir Vadisi’nin delik deşik ediyorlar; tıpkı Ergenekon soruşturması kapsamında silah aranması gibi… Defineciler vadideki Ermeni mezarlıklarında altın gömülü olduğu iddiasıyla bölgeyi delik deşik etmiş… Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan bir yetkili, gelen ihbarlar üzerine son 2-3 yıl içinde emniyet makamlarına müracaat ederek ‘’Doğal ve arkeolojik SİT olan Zir Vadisinde define aramak amacıyla yapılan kaçak kazılar’’ konusunda duyarlı olunmasını istediklerini söylüyor. Bakanlık yetkilisi, “Osmanlı döneminde bu bölgede Ermeni köylerinin yerleşik olduğu biliniyor. Yıllar önce bu bölgede Ermeni mezar taşı bulununca, biz bölgeyi doğal ve arkeolojik SİT alanı ilan ettik. 1915’li yıllara kadar, Osmanlı tebaası olarak Ermeniler burada yaşamış. Kaçak kazılara ilişkin çok sayıda ihbar aldık ve güvenlik birimlerine durumu bildirdik. Özellikle vadideki Ermeni köylerinde bulunan Ermeni mezarlıklarında, kaçak kazılar yapıldı. Define olduğu gerekçesiyle bölge delik deşik edildi. Yakalanan ve yargıya sevk edilen defineciler de oldu. Ama kaçak kazılara yıllardır rastlanıyor” diye anlatıyor durumu.
Zir artık kirli
Geçmişin izlerini koynunda sakladığı gibi sonradan başına gelenlere de gizlemiyor Zir… Bugün, organize sanayi bölgesi, atık su arıtma tesisi, kum ocakları ve en korkuncu da Ankara’nın çöplerinin toplandığı Yenikent Düzenli Çöp Toplama alanı ile belediye olmanın bedelini ödemeye mahkum edilmiş gibi görünüyor.
Zir’in görmüş geçmişleri konuştukça, bu bedelin ağır olduğunu düşünüyoruz.
Eskilerin hem suyunu içtikleri, hem yüzdükleri, hem çamaşır yıkadıkları, hem de balık tuttukları Zir Çayı’nda dördüncü derece kirlilik olduğunu öğreniyoruz. Ankara’nın sebze ve meyve ihtiyacının yüzde 70’ini karşılayan tarım topraklarının, günden güne ruhsatsız çalışan kum ocaklarına teslim olduğunu görüyoruz. Yöre halkı, bu ruhsatsız kum ocağı sahiplerinde ellerindeki en verimli tarı topraklarını yok fiyatına satmaya mecbur bırakıldıklarını anlatıyor.
Zamanında çay kenarındaki ılıman iklimiyle pek çok insanın yaşamayı hayal edeceği bir yerken, en sulu Ankara armudunun yetiştiği, tiftiğin en ipeksi Ankara keçilerinin otladığı bu toprakların, gözlerden ırak düz bir ova oluşuyla başkalarının hayallerini süslediği gerçeğiyle burun buruna geliyoruz. Ankara 1. Organize Sanayi Bölgesi’nin tarım topraklarına verdiği zararı bilimsel araştırmalara bıraksak da, sanayinin halkı tarımsal faaliyetlerden uzaklaştırıp istihdam ettiği görünen bir gerçek. Çevredeki büyük sanayi kuruluşlarının Zir Çayı’ndaki kirlilikte pay sahibi olduğu söylenince sanayi için buranın seçildiğinin ayırdına varılıyor.
Toplumsal ve ekonomik yaşamdaki değişikliklerin getireceği sonuçları göreceğimizi düşünsek de, “Ya bu verimli toprakların koynundaki tarih?” diye sormadan edemiyoruz.
SİT alanı ilan edildi
Havuzlubağlar mevkiinde bazı‘mimari’ parçalar ve antik yazıtlar bulunması üzerine araştırmalar derinleştirilir ve Zir Vadisi ile çevresi 1990 yılında “Arkeolojik SİT alanı” ilan edilir. Peysaj mimarları Odası ise, 2007’de hazırladığı bir rapor ile buranın 1. derecece SİT alanı ilan edilmesi gerektiğini belirtiyor. Aşağıda okuyacağınız bölümler rapordan:
“Zir Vadisi, gerek vadi peyzajının yarattığı ekolojik ve görsel değerler gerek tarihi ve arkeolojik değerleri ile ayrıcalıklı bir öneme sahiptir. Zir Vadisinin mevcut habitatının, flora ve faunasının korunmasının aynı zamanda doğal yapıyı koruyacağı ve böylece tarihi, kültürel ve ekolojik değerlerinin korunması ile birlikte gelecek nesillere aktarılmasını sağlayacaktır. Zir vadisinin, kent merkezine yakınlığı, sulak alan oluşu, flora - fauna zenginliği, doğal ve kültürel alan ve jeolojik yapısından dolayı, Ankara kenti yakın çevresinde doğal kalan nadir varlıklarımızdan olması, ekolojik hayatın kent insanımızla paylaşılmasını sağlayacak özelliklere sahip olması bakımından da çok önemlidir.
Zir Vadisi, jeomorfolojik açıdan nispeten derin vadi özelliği, mağaraları ve peri bacasına benzer oluşumları ile Ankara kenti ve yakın çevresinde ender bir peyzaj karakterine sahiptir.
Zir Vadisi’nde soyu tükenmekte olan Beyaz Akbaba (Neophron percnopterus) ile Kızıl Akbaba (Gyps fulvus) türlerine ait çok sayıda birey yaşamaktadır.
Vadinin ağaç ve çalı populasyonu yüksek oranda bozunuma uğramıştır. Önceden varolduğu bilinen ve Ankara Savaşı (1402) sırasında Timurlenk‘in fillerini sakladığı yoğun meşe meşceresinden çok az kalıntı bulunmaktadır.
Vadi gerek ekolojik ve görsel gerekse Helen, Türk ve Ermeni kültürlerinden oluşan tarihi ve arkeolojik değerleriyle Ankara İli step peyzajı içerisinde ayrıcalıklı bir öneme sahiptir.
Ekolojik ve rekreasyonel açılardan önem taşıyan vadileri Ankara kentinin simgesidir. Zir Vadisi kent merkezine yakınlığı dolayısıyla rekreasyonel gereksinimi karşılamada yüksek potansiyele sahip vadilerdendir.”
Zir Vadisi değerlendirilmeli
Hafta sonlarında buraya piknik yapmaya gelen Ankaralılar, yol boyunca yer alan ve içlerindeki mağaraları ile dikkat çeken bu kayalıkların yukarıda anlatmaya çalıştığımız tarinihi pek bilmez. Turizmden pay kapmak için her yerde birbirleriyle yarışan yerel yöneticiler neden bu bölgeyi tanıtmak için bir girişimde bulunmaz? Büyük İstanoz’dan ve Zir’den devraldığı tarihi nedeniyle Yenikent, Anadolu’da kültür turizminin keşfedilmeyi bekleyen yerleri arasında bulunuyor ve hem yöneticilerinden hem de biz gezginlerden daha çok ilgiyi hak ediyor.
Geriye kalan 3 Ermeni
1915 yılına kadar orada yaşayan Ermeni nüfustan bugün 3 kişi kaldı. Peki nereye gitti bu Ermeniler? Istanoz’da doğan ve halen Yenikent’te yaşamını sürdüren Kevork Balaban(yan), “Herkes gitti” diyor ve bölük pörçük anlatıyor:
“Zir vadisindeki Zir kasabası 1200 hanelik bir kasabaydı. Eski adı 'Istanoz'du. 7 - 8 bin nüfusu vardı. Osmanlı'nın değer verdiği kasabalardan biriydi. Zamanla buradaki Ermeni nüfus Beyrut, Marsilya, İstanbul gibi modern şehirlere göçtü. Geriye bir ben bir Hatay'dan gelen eşim, bir de kızım olmak üzere 3 Ermeni kaldık. Bizim orada tarlamız, bağ bahçemiz olduğu için sık gelip gidiyorum. Burası define avcıları için bir dedikodu merkezi yani sık sık buraya define aramaya gelirler. Ama benden çekindikleri için geri dönüp giderler, bugüne kadar da hiç birşey bulamadılar. 1966'da Varto depreminden sonra Yenikent'e taşındık. Mezarlarımız halen orada. Halen de mezarlarımıza gider bakımını yaparım. Çocukluğum burada geçti, kalabalıktı o zamanlar. Tehcir’de Zir’i terk etmeyen Ermenilerle Türkler mutlu, mesut bir hayat sürdürüyorduk; hala da öyle...”
Yenikentliler anlatıyor
Yenikentliler, eskiden bölgenin Ermeni yerleşim yeri olduğunu biliyorlar. Konuştuğumuz herkes farklı şeyler anlatsa da, ortak bir nokta var: “Ermenilerle Türkler mutlu geçiniyordu.” Söz, yaşı 60’ın üzerinde olan Yenikentliler’in:
“Hemen hepimiz Ermenilerle büyüdük. Aynı okula gittik. Onlar, kızlarını da gönderiyordu okula. Acıkan yol üzerindeki bir Ermeni’nin evine gidip, rahatlıkla yemek isteyebiliyordu; aynısı olar için de geçerliydi. Ağaçtan beraber düştüğümüz de oldu, askere birlikte gittiğimiz de… Hele bir Ermeni doktor vardı, adı Mihran Kiremitçi. Burada büyüyen çocukların hepsinde emeği vardır, Allah rahmet eylesin. Kimin çocuğu hastalansa ona giderdi, o da ‘bakmam’ demezdi. Kimseden de para aldığını görmedik.
Yine, düğünlemiz ve cenaze törenlerimiz ortak yapılırdı. Onlar bize başsağlığına gelir, biz onlara giderdik. Bayramlar da aynısı olurdu. Onlar yumurta boyarlardı, biz de. Biz kurban keserdik, onlar da… Özlüyoruz onları.”
Evliya Çelebi’den…
“Kırk sene de bir cümle resenbazlar (ip cambazları) alel-it-ifak cemolup birbirlerini yola çekip imtihan etmek için bu Istanoz deresinde ve Anadolu'da Gedüz kalesi kıyısında kârhane (iş yeri ) kurup resenbazlık (ip cambazlığı) ederler. Bizler dahi işsiz güçsüz adamlar bu dere içinde temaşalarına varıp onu gördük ebr-ı kebutlarda (mavi bulutlarda) nihayet bulmuş yalçın kaylı dar boğazda kayaların ta zirvei alasında (yüksek tepesinde) bir kayadan bir kayaya Frengi habli metinleri (sağlam frenk ipleri) Kayd ü bent edip kayalar kesmesin diye resenlerin (iplerin) başlarına postlar bağlayıp mutemet (güvenilir) adamları silahlarıyla komuşlar kim üstat icrayi marifet ederken bir hasım ipi kesmeye diye nigehbanlar (gözcüler) tayin etmişler.
Kayaların tahtanisinde ve fevkanisinde (altlı üstlü kayalarda) nice bin adamlar cemolup kayalar beni adem ile (insanlarla) pürnakıl olmuş (tıklım tıklım dolmuş) ve aşağı şehir içinde cereyan eden (akan) nehir kenarında bir hafta mukaddem (önce) sofa ve serir ve mastabalar ve küşade (açık) yerlere hayme ve hargahların (küçük ve büyük çadırlarını) kurmuşlar, bu kadar bin mahluki Huda temaşaya durmuşlar. Ve tarafeynde (iki yanda) Engürü paşasının mehterhanesi kütür kütür dövülüp dua ve senadan sonra iptida pehlivanlar birbirlerin meydani muhabbete davet edip serçeşmeleri sküdarlı cambaz sipah Mahmut Çelebi bismillah ile ocavarice eline terazisin alıp karhane başına varıp bir gülbankı Muhammedi çektirip ol kayalar içre sada-yi Allah Allah evci asümana peyveste olup (gökyüzüne erişip) dağlar raadvar (gök gürler gibi ) güm güm sada verirken tabıllara turralar (davullara tokmaklar) vurulup Koca Mehmet Çelebi o incecik “imtihan habli” (sınama ipi) dedikleri resen üzere (ip üstünde) berki hatıf (göz kamaştırıcı şimşek) gibi seyirterek şakıyıp öyle giderken hemen karhane reseninin ortasında tarfat-ül ayn içre (göz açıp kapıyıncaya kadar zamanda) bir güne geri döndü kim güya ber tazı önünden tazı döner gibi sihri helal edip döndükte cemiyeti aşıkani sadıkan (gerçek aşıklar topluluğu ) sıdki derun ile "Aleyke avnullah ve pehlivan!" (Allah yardımcın olsun) deyip cümle ehli teferrüç (bütün seyre gelmiş halk) ergüst ber-dehen edip (parmak ısırıp) alemi hayrette kaldılar. Meğer cemii pehlivanlar mabeyninde yıldırım gibi giderken ip üzre geri dönmek makduri beşer (insan yapacağı şey) değil imiş. Netice üç kere bu güne arzi marifet edip (ustalık gösterip) dua-yi hayr ü sena ile gıjlayıp nüzul edip (inip) çergesine gidip karar etti.
Peki ya, “İstanoz” desek?
Bu üç yer de aynı aslında. Mürted Ovası’ndan Sincan’a ulaştınız mı Yenikent’e gelmiş sayılırsınız. Ergenekon soruşturması kapsamında ‘firar eden’ ancak sonra teslim olan Yarbay Mustafa Dönmez, farkında olmadan Ankara’nın “bilinen ama pek çoğumuzun bilmediği” tarihine de ışık tuttu. Yarbay Dönmez’in evindeki bilgisayarda ele geçirilen krokiden yola çıkan İstanbul Savcılığı, talimatla burada kazı yapılmasını istedi ve bir akşamüzeri kazı çalışmaları Ankara’nın gündemine bomba gibi düştü.
İlk gelen haberler, kazının, tarihi niteliği olan bir evin yanında, Ermeni mezarlığının yakınında olduğu idi. İyi de Zir Vadisi’nde Ermeni mezarlığı ne arıyordu?
Aslında kazının yapıldığı yer, tarihi niteliği olan bir evin yanında yapılıyordu; bu doğruydu. Ancak Ermeni mezarlığına uzaktı. Evin yanında bulunan mezarlık, Yenikent Belediyesi’ne ait Müslümanlara ait Cimşit Mezarlığı idi.
Ankara’nın dibinde
Eski adı Büyük İstanoz olan Yenikent, Ankara’ya 30 kilometre uzaklıkta bulunuyor ve Ankaralı piknik severlerin iyi bildiği bir yer. Ayaş-Beypazarı yolu üzerindeki Yenikent’e geldiğinizde Gökler Köyü istikametinde içeri doğru girerseniz, birkaç kilometre sonra karşınıza tarihi Zağar Köprüsü çıkar. İşte burası ip cambazlarının toplandığı eski Zir Köyü’nün girişidir, köprüden sonra Zir Deresi boyunca devam ederseniz, o dönemde ip bağlanarak gösteri yapılan ve Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde anlatılan yalçın kayalara ulaşırsınız.
Evliya Çelebi ve Ainswort…
Yöreye ilkin en eski bilgileri, Evliya Çelebi ve İngiliz gezgin Ainswort aktarıyor. İki gezgin de, Ankara’ya hayvanla 6 saat uzaklıkta, Çubuk Çayı’nın sol yanındaki bir dağın eteklerinde kurulmuş İstanoz Kasabası’ndan övgüyle söz ediyor. 1643 yılında yöreyi gezen Evliya Çelebi, Büyük İstanoz’un bin haneli, çarşılı, camili, hamamlı hatta çamaşırhaneli mamur bir kasaba olduğunu, kasabada bin adet sof işleyen tezgah bulunduğunu söylüyor. Yöreyi, 1830-40 yılları arasında ziyaret eden Ainswort ise, kayalıklarla çay arasında 50’si Müslümen 400 haneli bir yerleşimden söz ediyor.
Ainswort, yörede insan yapımı inler ve peri bacalarının ulunduğu sivri kayalıklar olduğunu bildiriyor. Ainswort, yeni kilise ve kasabanın derli toplu durumuna bakarak, Ermenilerin yaşadığı, çoğunluğu tiftikçilikle geçinen ahalinin, halinin vaktinin yerinde olduğuna karar veriyor.
Evliya Çelebi’nin anlattıklarına göre de, yörede 40 yılda bir ülkedeki tüm ip cambazları toplanıp, yarışırlarmış. Vadinin iki yakasında bulunan kayalıklarda bulunan mağaralar, dışarıdan bakıldığında birbirlerine geçmiş zincirlere benzediğinden, buraya “Zincirlikaya” denmiş.
Yine Evliye Çelebi’nin Seyahatname’nden öğrendiğimiz hoş bir öyküye göre, 1600 yıllarında ağaçlarla kaplı vadiye avlanmaya gelen avcılar, yanlarında getirdikleri av köpeklerini kaybederler. Karşı taraftan “zağar” adını verdikleri av köpeklerinin sesini duyarlar. Az sonra yanlarına gelen köpeklerin, vadi tabanındaki Zir Çayı’nı geçmelerine rağmen kuru olduğnu görüp şaşırırlar. Etrafı biraz araştırdıktan sonra taştan bir köprü bulurlar ve köprünün adını “Zağar” koyarlar.
İlçe merkezi iken…
Kalıntılar da Evliya Çelebi’nin anlattıklarına tanıklık ediyor. İstanoz’a beş dakika uzaklıkta bulunan ve yaklaşık 2 bin 500 nüfusu barındırabilecek büyüklükte, eski zamanlardan kalma mağara ile kasabanın batısındaki “Kesiktaş” denilen yerde bulunan başka bir eski eser kalıntısı, buranın çok eski uygarlıklar tarafından yerleşime açıldığını gösteriyor. Buradaki yerleşim yerinin 1926 yılına kadar 169 köyün bağlı bulunduğu, oldukça büyük ilçe merkeziyken, Polatlı’nın gelişimi ile eski merkezi bölge olma özelliğini kaybettiğini gösteriyor. Kayıtlara göre, 1926 yılında ilçe teşkilatı Polatlı’ya taşınmış ve burası bucağa dönüşüyor.
Taşındı
1957 yılında yaşananlar ise bölgenin kaderini tamamen değiştiriyor. Büyük sel felaketi ve bunun sonucunda meydana gelen toprak kayması sonucu bu zengin yerleşim yerinin, Zir Çayı kenarından kaldırılıp, başka bir bölgeye nakledilmesi gerekiyor. Bunun sonucunda adı değişiyor ve “Zir”, “Uluköy” oluyor. Uluköy, 1965 yılında bugunkü adını alıp, “Yeniket” oluyor. Bundan 10 yıl sonra da adına uygun olarak belediye yapılıyor.
Yenikentliler, bu değişimi şöyle anlatıyorlar:
“(Adnan) Menderes döneminde köyün muhtarı dilekçe üzerine dilekçe yazarak, buranın sel ve heyelan bölgesi olduğunu yazdı. Menderes, köyün Yenikent’in inşa edilmesini ve Zir Köylülerinin buraya taşınmasını emretti. Yenikent yapıldı ama köylüler taşınmak istemediler; büyük bir kısmı Zir’de oturmaya devam etti. Taa ki, 1966’da meydana gelen Varto depreminin ardından depremzedelerin Yenikent’e yerleşmeye başlayıncaya kadar. Depremzedelerin yeni evlere yerleşmeye başladığını gören Zirliler, zaten zor durumda olan yaşamlarını, evlerini bırakıp gelip Yenikent’e yerleştiler.”
Haritada bulamazsınız
Zir Deresi’ni haritalarda ararsanız bulamazsınız çünkü adı artık Ova Çayı’dır ama halk arasında hala Zir olarak anılıyor. Büyük İstanoz döneminde kasabanın giriş ve çıkışında yer aldığı yazılan iki kapı bugün yoktur. Zir döneminden ise girişteki köprüden başka bir de cami kalıntısı bulunuyor.
Ermeni yerleşim bölgesi
1915 Ermeni tehcirine değin burada bulunan bin hanede Ermenilerin yaşadığının söylüyor kaynakçalar. O dönemki adının İstanoz olduğunu belirtmiştik. Yine kaynakçaların belirttiğine göre, İstanoz’un girişi ve çıkışında iki büyük kapı bulunuyordu. Dördüncü Mehmet zamanında Celali Karayazıcı adındaki asi kapıları kırarak şehri yağma ettiğini, yakıp yıktığını söyleyen kaynakçalara göre, İstanoz’da İslam Mahallesi, Protestan Mahallesi, Harun Mahallesi, Musa Mahallesi adında dört de mahallenin bulunduğunu ifade ediyorlar.
Defineciler delik deşik etti
Eski bir yerleşim yeri olur da, hiç define aranmaz mı? Kendi deyimleri ile “gömü” meraklıları, kulaktan kulağa yayılan Ermeni mezarlığında altın gömülü olduğuna inarak, Zir Vadisi’nin delik deşik ediyorlar; tıpkı Ergenekon soruşturması kapsamında silah aranması gibi… Defineciler vadideki Ermeni mezarlıklarında altın gömülü olduğu iddiasıyla bölgeyi delik deşik etmiş… Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan bir yetkili, gelen ihbarlar üzerine son 2-3 yıl içinde emniyet makamlarına müracaat ederek ‘’Doğal ve arkeolojik SİT olan Zir Vadisinde define aramak amacıyla yapılan kaçak kazılar’’ konusunda duyarlı olunmasını istediklerini söylüyor. Bakanlık yetkilisi, “Osmanlı döneminde bu bölgede Ermeni köylerinin yerleşik olduğu biliniyor. Yıllar önce bu bölgede Ermeni mezar taşı bulununca, biz bölgeyi doğal ve arkeolojik SİT alanı ilan ettik. 1915’li yıllara kadar, Osmanlı tebaası olarak Ermeniler burada yaşamış. Kaçak kazılara ilişkin çok sayıda ihbar aldık ve güvenlik birimlerine durumu bildirdik. Özellikle vadideki Ermeni köylerinde bulunan Ermeni mezarlıklarında, kaçak kazılar yapıldı. Define olduğu gerekçesiyle bölge delik deşik edildi. Yakalanan ve yargıya sevk edilen defineciler de oldu. Ama kaçak kazılara yıllardır rastlanıyor” diye anlatıyor durumu.
Zir artık kirli
Geçmişin izlerini koynunda sakladığı gibi sonradan başına gelenlere de gizlemiyor Zir… Bugün, organize sanayi bölgesi, atık su arıtma tesisi, kum ocakları ve en korkuncu da Ankara’nın çöplerinin toplandığı Yenikent Düzenli Çöp Toplama alanı ile belediye olmanın bedelini ödemeye mahkum edilmiş gibi görünüyor.
Zir’in görmüş geçmişleri konuştukça, bu bedelin ağır olduğunu düşünüyoruz.
Eskilerin hem suyunu içtikleri, hem yüzdükleri, hem çamaşır yıkadıkları, hem de balık tuttukları Zir Çayı’nda dördüncü derece kirlilik olduğunu öğreniyoruz. Ankara’nın sebze ve meyve ihtiyacının yüzde 70’ini karşılayan tarım topraklarının, günden güne ruhsatsız çalışan kum ocaklarına teslim olduğunu görüyoruz. Yöre halkı, bu ruhsatsız kum ocağı sahiplerinde ellerindeki en verimli tarı topraklarını yok fiyatına satmaya mecbur bırakıldıklarını anlatıyor.
Zamanında çay kenarındaki ılıman iklimiyle pek çok insanın yaşamayı hayal edeceği bir yerken, en sulu Ankara armudunun yetiştiği, tiftiğin en ipeksi Ankara keçilerinin otladığı bu toprakların, gözlerden ırak düz bir ova oluşuyla başkalarının hayallerini süslediği gerçeğiyle burun buruna geliyoruz. Ankara 1. Organize Sanayi Bölgesi’nin tarım topraklarına verdiği zararı bilimsel araştırmalara bıraksak da, sanayinin halkı tarımsal faaliyetlerden uzaklaştırıp istihdam ettiği görünen bir gerçek. Çevredeki büyük sanayi kuruluşlarının Zir Çayı’ndaki kirlilikte pay sahibi olduğu söylenince sanayi için buranın seçildiğinin ayırdına varılıyor.
Toplumsal ve ekonomik yaşamdaki değişikliklerin getireceği sonuçları göreceğimizi düşünsek de, “Ya bu verimli toprakların koynundaki tarih?” diye sormadan edemiyoruz.
SİT alanı ilan edildi
Havuzlubağlar mevkiinde bazı‘mimari’ parçalar ve antik yazıtlar bulunması üzerine araştırmalar derinleştirilir ve Zir Vadisi ile çevresi 1990 yılında “Arkeolojik SİT alanı” ilan edilir. Peysaj mimarları Odası ise, 2007’de hazırladığı bir rapor ile buranın 1. derecece SİT alanı ilan edilmesi gerektiğini belirtiyor. Aşağıda okuyacağınız bölümler rapordan:
“Zir Vadisi, gerek vadi peyzajının yarattığı ekolojik ve görsel değerler gerek tarihi ve arkeolojik değerleri ile ayrıcalıklı bir öneme sahiptir. Zir Vadisinin mevcut habitatının, flora ve faunasının korunmasının aynı zamanda doğal yapıyı koruyacağı ve böylece tarihi, kültürel ve ekolojik değerlerinin korunması ile birlikte gelecek nesillere aktarılmasını sağlayacaktır. Zir vadisinin, kent merkezine yakınlığı, sulak alan oluşu, flora - fauna zenginliği, doğal ve kültürel alan ve jeolojik yapısından dolayı, Ankara kenti yakın çevresinde doğal kalan nadir varlıklarımızdan olması, ekolojik hayatın kent insanımızla paylaşılmasını sağlayacak özelliklere sahip olması bakımından da çok önemlidir.
Zir Vadisi, jeomorfolojik açıdan nispeten derin vadi özelliği, mağaraları ve peri bacasına benzer oluşumları ile Ankara kenti ve yakın çevresinde ender bir peyzaj karakterine sahiptir.
Zir Vadisi’nde soyu tükenmekte olan Beyaz Akbaba (Neophron percnopterus) ile Kızıl Akbaba (Gyps fulvus) türlerine ait çok sayıda birey yaşamaktadır.
Vadinin ağaç ve çalı populasyonu yüksek oranda bozunuma uğramıştır. Önceden varolduğu bilinen ve Ankara Savaşı (1402) sırasında Timurlenk‘in fillerini sakladığı yoğun meşe meşceresinden çok az kalıntı bulunmaktadır.
Vadi gerek ekolojik ve görsel gerekse Helen, Türk ve Ermeni kültürlerinden oluşan tarihi ve arkeolojik değerleriyle Ankara İli step peyzajı içerisinde ayrıcalıklı bir öneme sahiptir.
Ekolojik ve rekreasyonel açılardan önem taşıyan vadileri Ankara kentinin simgesidir. Zir Vadisi kent merkezine yakınlığı dolayısıyla rekreasyonel gereksinimi karşılamada yüksek potansiyele sahip vadilerdendir.”
Zir Vadisi değerlendirilmeli
Hafta sonlarında buraya piknik yapmaya gelen Ankaralılar, yol boyunca yer alan ve içlerindeki mağaraları ile dikkat çeken bu kayalıkların yukarıda anlatmaya çalıştığımız tarinihi pek bilmez. Turizmden pay kapmak için her yerde birbirleriyle yarışan yerel yöneticiler neden bu bölgeyi tanıtmak için bir girişimde bulunmaz? Büyük İstanoz’dan ve Zir’den devraldığı tarihi nedeniyle Yenikent, Anadolu’da kültür turizminin keşfedilmeyi bekleyen yerleri arasında bulunuyor ve hem yöneticilerinden hem de biz gezginlerden daha çok ilgiyi hak ediyor.
Geriye kalan 3 Ermeni
1915 yılına kadar orada yaşayan Ermeni nüfustan bugün 3 kişi kaldı. Peki nereye gitti bu Ermeniler? Istanoz’da doğan ve halen Yenikent’te yaşamını sürdüren Kevork Balaban(yan), “Herkes gitti” diyor ve bölük pörçük anlatıyor:
“Zir vadisindeki Zir kasabası 1200 hanelik bir kasabaydı. Eski adı 'Istanoz'du. 7 - 8 bin nüfusu vardı. Osmanlı'nın değer verdiği kasabalardan biriydi. Zamanla buradaki Ermeni nüfus Beyrut, Marsilya, İstanbul gibi modern şehirlere göçtü. Geriye bir ben bir Hatay'dan gelen eşim, bir de kızım olmak üzere 3 Ermeni kaldık. Bizim orada tarlamız, bağ bahçemiz olduğu için sık gelip gidiyorum. Burası define avcıları için bir dedikodu merkezi yani sık sık buraya define aramaya gelirler. Ama benden çekindikleri için geri dönüp giderler, bugüne kadar da hiç birşey bulamadılar. 1966'da Varto depreminden sonra Yenikent'e taşındık. Mezarlarımız halen orada. Halen de mezarlarımıza gider bakımını yaparım. Çocukluğum burada geçti, kalabalıktı o zamanlar. Tehcir’de Zir’i terk etmeyen Ermenilerle Türkler mutlu, mesut bir hayat sürdürüyorduk; hala da öyle...”
Yenikentliler anlatıyor
Yenikentliler, eskiden bölgenin Ermeni yerleşim yeri olduğunu biliyorlar. Konuştuğumuz herkes farklı şeyler anlatsa da, ortak bir nokta var: “Ermenilerle Türkler mutlu geçiniyordu.” Söz, yaşı 60’ın üzerinde olan Yenikentliler’in:
“Hemen hepimiz Ermenilerle büyüdük. Aynı okula gittik. Onlar, kızlarını da gönderiyordu okula. Acıkan yol üzerindeki bir Ermeni’nin evine gidip, rahatlıkla yemek isteyebiliyordu; aynısı olar için de geçerliydi. Ağaçtan beraber düştüğümüz de oldu, askere birlikte gittiğimiz de… Hele bir Ermeni doktor vardı, adı Mihran Kiremitçi. Burada büyüyen çocukların hepsinde emeği vardır, Allah rahmet eylesin. Kimin çocuğu hastalansa ona giderdi, o da ‘bakmam’ demezdi. Kimseden de para aldığını görmedik.
Yine, düğünlemiz ve cenaze törenlerimiz ortak yapılırdı. Onlar bize başsağlığına gelir, biz onlara giderdik. Bayramlar da aynısı olurdu. Onlar yumurta boyarlardı, biz de. Biz kurban keserdik, onlar da… Özlüyoruz onları.”
Evliya Çelebi’den…
“Kırk sene de bir cümle resenbazlar (ip cambazları) alel-it-ifak cemolup birbirlerini yola çekip imtihan etmek için bu Istanoz deresinde ve Anadolu'da Gedüz kalesi kıyısında kârhane (iş yeri ) kurup resenbazlık (ip cambazlığı) ederler. Bizler dahi işsiz güçsüz adamlar bu dere içinde temaşalarına varıp onu gördük ebr-ı kebutlarda (mavi bulutlarda) nihayet bulmuş yalçın kaylı dar boğazda kayaların ta zirvei alasında (yüksek tepesinde) bir kayadan bir kayaya Frengi habli metinleri (sağlam frenk ipleri) Kayd ü bent edip kayalar kesmesin diye resenlerin (iplerin) başlarına postlar bağlayıp mutemet (güvenilir) adamları silahlarıyla komuşlar kim üstat icrayi marifet ederken bir hasım ipi kesmeye diye nigehbanlar (gözcüler) tayin etmişler.
Kayaların tahtanisinde ve fevkanisinde (altlı üstlü kayalarda) nice bin adamlar cemolup kayalar beni adem ile (insanlarla) pürnakıl olmuş (tıklım tıklım dolmuş) ve aşağı şehir içinde cereyan eden (akan) nehir kenarında bir hafta mukaddem (önce) sofa ve serir ve mastabalar ve küşade (açık) yerlere hayme ve hargahların (küçük ve büyük çadırlarını) kurmuşlar, bu kadar bin mahluki Huda temaşaya durmuşlar. Ve tarafeynde (iki yanda) Engürü paşasının mehterhanesi kütür kütür dövülüp dua ve senadan sonra iptida pehlivanlar birbirlerin meydani muhabbete davet edip serçeşmeleri sküdarlı cambaz sipah Mahmut Çelebi bismillah ile ocavarice eline terazisin alıp karhane başına varıp bir gülbankı Muhammedi çektirip ol kayalar içre sada-yi Allah Allah evci asümana peyveste olup (gökyüzüne erişip) dağlar raadvar (gök gürler gibi ) güm güm sada verirken tabıllara turralar (davullara tokmaklar) vurulup Koca Mehmet Çelebi o incecik “imtihan habli” (sınama ipi) dedikleri resen üzere (ip üstünde) berki hatıf (göz kamaştırıcı şimşek) gibi seyirterek şakıyıp öyle giderken hemen karhane reseninin ortasında tarfat-ül ayn içre (göz açıp kapıyıncaya kadar zamanda) bir güne geri döndü kim güya ber tazı önünden tazı döner gibi sihri helal edip döndükte cemiyeti aşıkani sadıkan (gerçek aşıklar topluluğu ) sıdki derun ile "Aleyke avnullah ve pehlivan!" (Allah yardımcın olsun) deyip cümle ehli teferrüç (bütün seyre gelmiş halk) ergüst ber-dehen edip (parmak ısırıp) alemi hayrette kaldılar. Meğer cemii pehlivanlar mabeyninde yıldırım gibi giderken ip üzre geri dönmek makduri beşer (insan yapacağı şey) değil imiş. Netice üç kere bu güne arzi marifet edip (ustalık gösterip) dua-yi hayr ü sena ile gıjlayıp nüzul edip (inip) çergesine gidip karar etti.
merhabalar . alanla ilgili kaynakçalar nelerdir ?
YanıtlaSilçok ilgi çekici bir yer ve mimarlık öğrencisi olarak alanda kırsal kalkınma araştrımları yapmak gibi bir hedefim var . teşekkürler
YanıtlaSilMerhaba, verdiğiniz bilgilerle ilgili kaynaklara ulaşmamız mümkün olabilir mi?
YanıtlaSil