27 Mayıs 2010 Perşembe

TEKEL işçilerinin bir gecesi

NOT: Okuyacağınız bu yazı Radikal gazetesinde haber olarak çıktı. Sayfaya sığdırmak için doğal olarak kimi bölümleri atıldı veya kısaltıldı. Bu nedenle buraya yeniden alıyorum...

Başkent’in soğuğunu bilen bilir; dayanmak zordur. Hele de sabaha karşı bastıran ayaz, insanın ciğerlerine işler. “Bu soğukta dışarıda köpekler bile kalmıyorken, biz burada haklarımız için direniyoruz” diyor bir TEKEL işçisi. Çocuğunun ilk kez karne aldığını söyleyen bir anne, gözlerinden dökülen iki damla yaşla, “Oğlumun ilk karnesini göremedim ama bu direniş onun geleceği için” diye Ankara’nın soğuğunda beklemelerin nedenini özetliyor. Bir başka ise, karne sevinci ile Tokat’tan gelen çocuklar, annelerine sarılarak geceyi geçirmeye hazırlanıyorlar.

TEKEL işçilerinin direnişi 41 gündür sürüyor. 41 gündür, polisten cop ve biber gazı yerken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan ise sürekli azar işittiler. Bu nedenle bilenmiş durumdalar ve “Yine cop ve biber gazı yesek de, direncimiz artsa” diyorlar.

Ateş başında

TEKEL işçileri ile bir geceyi birlikte geçirip, onların yaşadıklarına tanık oldum. Her TEKEL

işletmesinin çadırı ayrı; çadır demeye de bin şahit ister. Hatay Tütün İşletmesi’nin çadırı Bayındır Sokak’ta iken, Hatay Yaprak İşletmesi, çadırını Tuna Caddesi üzerine kurmuş. Soğuktan korunmak için herkes varilleri soba haline getirmiş ve içinde yaktıkları ateşin başında toplanmışlar. Tabii, battaniyelere sarıldıklarını ve kat kat giyindiklerini söylemeye gerek yok.

Ateşin başında, hararetli bir tartışmaya tanık oluyoruz. Aralarına karışıp, dinliyoruz. 4C’yi tartışıyor işçiler, hükümetin kendilerine haklarını vermediğinden söz ediyorlar. Kimi ateşin başında ise klarnetini çalan bir işçiye, söylenen türkülerle eşlik ediliyor.

Hemen yanıbaşında ise halay çeken üniversite öğrencileri, onlara çay servisi yapıyorlar. Nereden geldiğini anlayamadığım bir tabak helvayı elime tutuşturan bir bayan işçi, “Lütfen ye, misafirsiniz” diyerek kaşık uzatıyor.


Partilerin çalışma sahası

Bir başka ateşin başında ise halka olmuş insanlar sohbet ediyorlar. Aralarına karışmak istiyorum, hemen bakışlar dönüyor ve ablukaya alınıyorum. Oradan uzaklaşırken, o halkanın içinde bulunan kır sakallı birisinin, “Biz parti olarak sizin yanınızdayız. Bu düzen değişmeli ve yerine sosyalizmin egemen olduğu bir düzen gelmeli. Kapitalizmin sonucunu görüyorsunuz, hepiniz işinizden oluyorsunuz” dediğini duyuyorum.

Biraz ileride ise, bir başka parti açtığı stantta çay dağıtıyor, acıkanların karnını doyuruyor. Onlar da ‘çaya çağırıyorlar’ direnişçileri.

Yerde yatıyorlar

Derme çatma çadırlarda, yere açılan yataklarda (yani kartonlara) uzanmış işçiler, uyumaya çalışıyorlar. Bu gürültünün arasında nasıl uyunduğu sorusunu ise, “Sen de 40 gün bekle burada, yorgunluktan hemen uyursun” diye yanıtlıyor işçiler. Bazı çadırlarda, zeminlerin altına tahta konulmuş, daha sıcak tutuyor diye. Bazıları ise, tahtanın üzerine halı sermiş.

İzmir çadırının girişine, “Gavur İzmir” yazıldığını görüyoruz. Her tarafı naylonla kapatılmış çadırın zeminine ise tahtalar döşenmiş ve elektrikli ısıcılar yerleştirilmiş. Sonradan, İzmir çadırı için “Hilton” dendiğini öğreniyoruz.

Uykuya yenik düştüler

Sabaha karşı, dereceler -3’ü gösterdiğinde, işçilerin bulunduğu Bayındır ve İnkilap sokaklar ile Tuna Caddesi’nde sessizlik hakim olmaya başlamıştı. Yine ateş başında oturanlar vardı ama işçilerin büyük kısmı uykuya yenik düşmüştü. Yeni bir günde zinde olmak gerektiğini söyleyen işçiler, sarındıkları battaniyelerinde beton zemin üzerinde uyurken, bir kısım işçi ise ateş başında sohbete devam ediyordu.


Çocukları geldi

Yaklaşık 1 aydır Ankara’da direnişte olan Meral ve Mustafa Ertaçoğlu çiftine, kızları Tuğçe ve Asena, sürpriz yaparak gelmişler. Anne Meral Ertaçoğlu, çocuklarına kıyamayarak, havanın soğuk olduğunu ve ertesi gün ilk otobüsle geri Tokat’a göndereceğini belirterek, kızlarının karne hediyesi vermek için geldiğini söyledi.


11. sınıf öğrencisi Tuğçe Ertaçoğlu, anne ve babasına destek olmak için geldiğini belirterek, “Ailemizi buradayken biz evde yalnız kalıyoruz. Akrabalar gelip gidiyor ama anne ve abam olmadan olmuyor. 11. sınıfa gidiyorum; üniversite sınavına gireceğim ama Başbakan’ın bu tavrı yüzünden derslerimden oluyorum. İkisini de bir aydır göremiyorum. Bu direniş, derslerimizi etkiliyor. Önerilen parayla ailem mi geçinsin, ben mi okuyayım. Şu anda benim masraflarım bile karşılanmıyor; geleceğimi yok ediyor Başbakan… Hem ailemin işini hem de geleceğimi etkiliyor” diyor.

Küçük Asena ise, mahcup bir edayla, annesini çok özlediğini ama Ankara’da olma nedenlerini anladığını söylüyor. “Buraya gelerek onların yaşadığı zorlukları gördüm” diyen küçük Asena, onlara destek verdiğini sözlerine ekledi.

Anne Meral Ertaçoğlu ise, “Çocukların notlarının düşmesinden burada olmamızı neden oluyor, bu anlamda da Tayyip amcalarına kızgınlar biraz. Çocukların geleceği için buradayız. Ben kıyamıyorum onlara, yarın geri yollayacağım ama ben direnişe devam edeceğim” diye konuştu.

Ölmek var dönmek yok

Hatay’dan gelen Mehmet Abdu Kutay, Ankara’ya kefeniyle geldiğini belirterek, “Ölmek var dönmek yok. Hakkımızı alıncaya kadar kesinlikle direnişi bırakmayacağız. Bizi bir iki gün eylem yapar bırakır diye bekliyorlardı, uzayınca coplayıp gaz sıktılar. Keşke yine coplayıp gaz sıksalar, bizi kamçılıyor” dedi. Salı günü açlık grevinin yeniden başlayacağına inandığını söyleyen Kutay, önceki gün akşam kızının telefonda ağlayarak, “Karne alacağım ama sen yoksun” dediğini söyledi. Kutay, Başbakan Erdoğan’a, seslenerek, “Biz iyi haber beklerken, Başbakan bizi yetim hakkı yemekle suçluyor. Başbakan Müslüman’ım diyor, biz de Müslüman’ız… Başbakanın yaptığı hangi Müslümanlıkta var. Ben gelirken kefenimi yanımda getirdim, açlıktan öleceğime direnerek öleyim” diye seslendi.

Ankaralılar’dan Allah razı olsun

Eşine destek vermek için Ankara’da bulunduğunu anlatan İlyas Yıldırım, “Ankara halkından Allah razı olsun. Şu esnafa bak, bizim yüzümüzden onlar da ekmeklerinden oluyorlar, bir kez olsun ‘Ne işiniz var burada’ diye sormadılar. Çankaya Belediyesi, öğrenciler, ev kadınları… Hepsi bize destek vermek için ellerinden geleni yapıyor; hepsinden Allah razı olsun” dedi.

Güneş doğdu sanmıştım

Batman’den gelen ve Siirt’li olduğunu anlatan Zikrettin Arpacık, Başbakan Erdoğan’ın Siirt’e geldiği zaman “sanki güneş doğdu” sandıklarını anlatarak, yanıldıklarını söyledi. Arpacık, tek dertlerinin ekmek kazanmak olduğunu söyleyerek, “Başbakan nasıl ekmeğimizi elimizden almak ister? Çocuklarımı nasıl aç bırakır?” diye sordu.

Murat Basık ise, bundan önceki eylemlerde bulunmadıklarını, çünkü neyin ne olduğunu anlamadıklarını söyleyerek, “Çuvaldızı kendimize batırdık ve gözlerimiz açıldı” dedi.

Çocuklarım karne aldı ama…

Direnişteki bayanlar, en fazla çocuklarını düşünüyorlar. Söyledikleri özetle şöyle:

Zübeyde Dönmez: Çocuklarımız karne aldı ama o sevinci telefonda yaşadık. Onlar bizi anlıyor, onlar için mücadele ediyoruz. Başbakan ne derse desin, hiç umurumuzda değil. Elini eğer varsa vicdanına koysun ve bu karda, soğukta bizi bekletmesin, haklarımızı versin.

Fatma Aksoy: 40 gündür buradayız. Vazgeçmeye niyetimiz yok, şartlar ne olursa olsun. Biz bu mücadeleye çocuklarımız için başladık, yine onlar için devam edeceğiz. Oğlumla konuştum dün, “Anneciğim seni çok özledim, gelmiyor musun” diye sordu. Sen gel dediğimde ise “Ankara’da polisler var, gelmem” dedi. Hep beraber ağladık, sonuna kadar gideceğiz ve kazanacağız.

Edibe Kızılkaya: 40 gün oldu buradayız, hiç gitmedik. Sonuna kadar buradayız. “Yetim hakkı yediniz” diyor Başbakan; yetim hakkını biz değil, oğlu Bilal yiyor. Biz sürekli çalıştık, yan gelip yatmadık.

Selma Özbaş: Küçük oğlumun ilk karnesini aldı ve ben göremedim. Bu nedenle çok duygusalım. Biz işimizin, ekmeğimizin peşindeyiz. Çocuklarımızı okutmak, geleceğe hazırlamak için mücadele ediyoruz. Başbakanın yaptığının Müslüman Müslüman’a yapmaz. Ankara halkı çok duyarlı, ellerinden geleni yapıyorlar bizim için. Her zaman bizimleler, onlardan bir güç alıyoruz.

Banu Tepe: Çocukları bıraktım da geldim. Birini halama, öbürünü arkadaşıma bıraktım. Buradayız işte. Ajitasyon yaptığımızı söyledi Başbakan ama ajitasyonun esasını kendisi yapıyor. İşsizlerle bizleri karşı karşıya getirmeye çalışıyor; bizi aldığı maaşı beğenmeyen durumuna sokmaya çalışıyor. Kendisi işsizlere iş bulacağı yerde, işi olanların işini elinden alıyor.